Arayın istediğinizi bulun

8 Mayıs 2016 Pazar

GERÇEKLİK VE BİLİM

Doğru ve yanlış değerler kişiden kişiye kültürel olarak değişiyor ve bu nedenle net gerçeklik hakkında da çeşitli yorumlara gidiliyor.
Richard Dawkins bir makalesinde kültürel görecelik ile ilgili şu yorumu yapıyor; Kesin bir gerçek yoktur. Matematik ve mantık içeren bilimsel yöntemin, gerçeğe giden ayrıcalıklı bir yol olduğunu öne sürerek kişisel bir inanç hareketi sergiliyorsunuz. Diğer kültürler belki de gerçeğin, tavşanın bağırsağında ya da direğin üzerine çıkmış peygamber saçmalıklarından olduğuna inanabilir. Seni gerçek olarak damgaladığın şeyi kabul etmene götüren tek şey bilime olan inancındır.
Bu ifadeyi yarı pişmiş felsefenin bir kolu olduğunu gösterdiğini de ifade ediyor ki ben buna katılmamaktan kendimi alamıyorum...Hayatımızın nerdeyse bütün bir bölümünü alan din ise kendi aralarında kendi gerçekliğinden söz ediyor. İslamın kendi gerçeği, Hiristiyanın, Hindunun, yahudinin ve daha çok sayamadığımız dinlerin kendi gerçekleri vardır. Her biri kendi gerçeklerini dayatır. Elbette işin içine Din girdiği zaman her alanda kullanılması yapısının müsaitliğinden kaynaklanmaktadır. O durumlara burada değinmeyeceğim ama dinlerin gerçeklik algısı her dinin kendi içinde farklı bir unsurun yer almasıdır.
Örneğin İslamiyet, İsa'nın Tanrı olduğunu Tanrı’nın oğlu olduğunu da kabul etmez, bu tür bir fikre kesin bir dille karşı çıkar. Kur'an'da bu konuya şöyle değinilir: "Şüphesiz, ‘Allah Meryem oğlu Mesihtir’ diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır...(11)
Katolik, Ortodoks ve Protestan teolojisine göre İsa'nın birbirine karışmayan iki ayrı tabiatı vardır, insan doğası ve Tanrı doğası. İsa aynı anda hem insan hem de Tanrı'dır.
Bu durumda gerçeğin ne olduğu konusunda şüpheye düşmek kaçınılmaz olacaktır.. Gerçek, dogmalardan uzak yapısı değişimlere açık olan, her türlü yargıdan arınmış kişisel zanlara fırsat tanımıyan deney ve gözlemlerle ulaşılabilir olmalıdır.. Bunu da ancak ve ancak bilim tek başına sağlıyor olmasıdır.. Bir kutsal değer arıyorsak o da bilimin bulduğu ve sunduğu değerlerdir. Din dogmalarla dolu bir öğretidir. Asla değişikliğe uğramaz. Bu bakımdan akıp giden zamanın getirdiği yeniklere ayak uyduramaz ve yozlaşmaya tabi tutulur.. Söz konusu bilim ise değerleri ve bulduğu sonuçları asla dogma olarak kabul görmez.. Geçmişten günümüze kadar gelen bilim kendinin dogma olmadığını kanıtlar niteliktedir. Yapısı değişikliğe her zaman açıktır. Kendi yanlışını yine kendisi çözer bulur inanışlar değil. Bilim, insanın bilme isteğini, merakını tatmin eder. Bilimsel zihniyet, insanların daha erdemli, yüksek ahlaklı olmalarını da sağlar. İnsan sahip olacağı bilimsel zihniyeti ile hem kişisel yaşayışını hem de toplumsal yaşayışını düzenler ve toplumda bunun için çalışarak üretici olmak adına bireysel mutlukta yaşamaktadır.
Şimdi de Pratogaras’ın ünlü bir sözünü hatırlayalım.; ‘’insan her şeyin ölçüsüdür’’. Ben bu ifaden anlıyorum ki yine insanların nesnelere bakış açısının duyusal ve çevrelerin de etkisiyle kendinde göreceli doğrular ve yanlışlar oluşturabilir. Bu durumda da gerçeğin kişiden kişiye farklı değer aldığını görüyoruz. Ama aynı zamanda doğada tek bilinçli varlığın insan olduğunu belirtiyor. Bilinç, insanın sahip olduğu duyu organlarıyla çevresinden aldığı ve sinir sistemi aracılığı ile vücudunun içinden aldığı tüm bilgileri/uyarıcıları algılayan, işleyen, yorumlayan, çıkarımlar yapan, duygu, düşünce ve inançlarımızı var eden, tepki vermemizi sağlayan ve bedensel hareketlerimizi yöneten bütünsel kavramın adıdır. Bilinç, bir şekilde ve kesinlikle beyin tarafından var edilmektedir.
İnsan bir varlık arayışı içindedir. ‘’neyim, nereden geldim nereye gidiyorum’’ sorusunu sorar. Bu arayış geçmişten günümüze değin gelmektedir. Bu arayış neticesinde varlıklarını anlamlandıracak çeşitli somut ve soyut olgulardan yararlanarak birçok inanç sistemi geliştirmişler veya kabul etmişlerdir. Bunlar arasında metaya, canlıya, doğaya veya 5 duyu ile tespit edilemeyip akıl ve hissiyat ile buldukları bir tanrının veya pek çok tanrının varlığına inanmaları en temel olanıdır. Bu bakımdan düşüncede kaos ortamı yaratmamak için bize yol gösterici sadece bilim olacaktır. Bir kutsal değer arıyorsak eğer o değer bilim olmalıdır. Bilimin gerçekliğe katkısının önemini belirtmek için aşağıda ünlü düşünürlerin sözleriyle yazımı bitiriyorum.
İnsanı sadece bilim ve sanat yüceltecektir. Lutwig Van Beethoven
‘’Bilim, iyi zamanda servet, kötü zamanda bir sığınak ve iyi bir yol göstericisidir. (Aristotoles..)
Bilim her günki düşlerimizin saflaşmasından başka bir şey değildir. (Einstein)
İnsanın kendisi, onun en büyük hatasıydı ; kendisine bir rakip yaratmıştı; bilim, insanı Tanrısallaştırır- insan bilimselleşince rahiplerin ve tanrıların işi biter. (Nietzche)
Bilimde, bilim adamlarının sıkca ‘’Biliyor musunuz, bu iyi bir argüman ; benim fikrim sanırım yanlış’’ dediğini duyarsınız. Ve sonra fikirlerini değiştirirler ve onlardan artık eski bakış açısı bir daha duymazsınız. Bunu gerçekten yaparlar. Olması gerektiği kadar sık yapmazlar., çünkü bilim adamları da insandır ve değişiklik çoğu kez zordur. Fakat bilimde her gün olur bu tür şey. Politika veya dinde ise böyle bir şeyin en son ne zaman olduğunu hatırlamıyorum bile. (Carl Sagan)
Saygılar
Asrin Şahin

20 Ekim 2013 Pazar

VARLIK VE HİÇLİK


Etrafımıza baktığımızda, masa sandalye, taş toprak gibi maddesel varlıklar, bitki, hayvan insan gibi canlı varlıklar, ağlamak, gülmek düşünmek gibi ruhsal varlıklar, şarkı söylemek, resim yapmak gibi sanatsal varlıklar vardır.
Bunlar nasıl varolmuştur?
Arkasındaki asıl gerek nedir?
Varlığın bir özü neye dayanır?
Gibi soruları da beraberinde taşır ve düşüncelerimizde kendini gösterir. Neden varız sorusunu düşünüyor kendi aklımızın yettiğince cevaplar veriyor yada bir noktada bırakıyoruz. Filozoflar ise bu konuya derinden sarılmışlar ve çeşitli görüşler ortaya atmışlardır.
Örneğin Deskartes; ‘’Dü
‘’Dünüyorum o halde varım’’ diyerek varlığı düşünmeye bağlayarak sadece ruhsal varlıktan söz etmiştir. Oysa taş, toprak , tahta gibi maddesel varlıklar düşünememekteler. O zaman bunlar düşünmedikleri için yoklar mı?
Leibniz’i ele alalım. Leibniz olayı Tanrıya bağlamış ve Tanrının zorunlu bir varlık olduğunu, kendi kendisinin nedeni olduğunu söyleyip, varlığın son noktasını Tanrıyla ilişkilendirmiştir.. Bana kalırsa madem son nokta Tanrı ve kendi kendisinin nedeni ne diye kendisinden başka varlıkları da var etmiştir? Evren kendi kendisinin nedeni olamazımıydı? !!
Şimdi de gelelim Hiçlik Kavramına. Düşüncelerimizde çoğu kez ya hiçbir şey olmasaydı ne olurdu? Sorunsu kendimize sormuş, daha sonra bir ürperti ve bilinmez bir soru karşısında bu sorudan hemen çekilmişizdir. Bu soruya ben şöyle cevap verdim ; Varlık ve hiçliği bir paranın yüzündeki yazı ve tura şekline benzetiyorum.  Paranın bir yüzü varlık, diğer yüzü yokluk, ortadaki alan ise hiçlik oluştursun.
Varlık ve yokluk kendi aralarında etkileşim gerçekleştirirken bir kuvvet meydana getiriler ve hiçlik alanına bir potansiyel uygularlar. Hiçlik alanı kazandığı potansiyel ve kuvvetle hemen dönmeye başlar ve kuvvetin bitiminde durur. Durduğu anda tıpkı paranın yazı tura gelmesi gibi ya varlık meydana gelir yada yokluk.  Olay burada bitmez tabi. Varlık ve yokluğun etkileşimi yeniden başlar ve yeniden hiçlik ve hiçliğin kuvveti tekrar sahnede yerini alır. Kim bilir kaç kez varlık kaç kez yokluk oluşacaktır. Paranın kaç kez yazı ka kez tura gelmesi gibi. !!!

ASRİN ŞAHİN

En çok okunan yazılarım